Hakkımda

Fotoğrafım
ENAG(Enflasyon Araştırma Grubu) kurucu üyesi,Msc. Bankacılık ve Finans, Planlama Mühendisi,PMI® (Project Management Institute Member), Mühendisler için Python Programlama ve Uygulamalari kitabının yazarı. "Rusya’nın buzullarından, Güney Asya’nın tropikal iklimlerinden, Körfez ülkelerinin çöllerinden geçmiş bir ‘Dünyalı’…"

28 Haziran 2020 Pazar

Eşitlik devrimi, Modern Para Teorisi ve Demokrasinin Ekonomiler Üzerindeki Etkileri

Son haftalarda eve kapanıp dünyada çıkan ekonomi kitaplarına sarmıştım. Okumalarımı tamamlarken bu anlatıların bir sentez sistemini de oluşturmak gerektiğine inandığımdan bu yazıyı kaleme alıyorum. Bu konularda ne bir otoriteyim ne de karar merciisiyim ancak entelektüel düşünce gelişimi açısından bu düşüncelerin içerisinde gördüklerimi ve  kendimce eleştirilerimi ve önerilerimi sıralayacağım. 

Öncelikle dünyada çıkan ekonomi konulu kitapların ülkemizde çevirilerinin çok geç yapılması ya da hiç yapılmaması ,gümrük vergilerindeki artışlar yüzünden astarının pahalıya gelmesi okuyucuların mecburen e-kitap formatına yönelmesine sebep oluyor. Bende okumalarımı son dönemde mecburen bu şekilde yapıyorum buradan yetkililere de söyleyelim ki sesimiz duyulur belki...Ayrıca kitap kokusu gibi yok...  

Daron Acemoğlu hocamınızın Dar Koridor'u, Stephanie Kelton'ın The Deficit Myth'i ve Thomas Piketty'nin Capital and Ideology kitaplarının içeriği genel olarak dünya sisteminin ekonomik, sosyal ve politik taraflarına eleştiriler ve çözümler sunarken bunları farklı yollardan ve metotlardan dile getirirlerken zaman zaman benzeşen zaman zaman da ayrılan önerilere sahipler. 

T.Pikketty'nin 21. Yüzyılda Kapitalizm kitabında anlattığı şeyleri yeniden tekrarlar iken bunlar ne idi? Önceki kitabında gelir eşitsizliği,mülkiyet hakları sorunları ve eğitim problemleri üzerine yoğunlaşırken yine zenginlik vergisine vurguları bu kitapta da dikkat çekiyordu. Önceki kitabına nazaran örnekleri çoğaltmış yazar, AB ve ABD verilerine ek olarak Hindistan,Brezilya,Çin ve Rusya verileri de eklenmiş ve kronolojik sıra ile gelir adaletsizliğindeki artışlar kölelik ve sömürgecilik tarihlerine kadar detaylı bir araştırma görüyoruz. Beni kitapta en fazla etkileyen durumlardan biri de ABD devletinin en refah dolu ekonomik yıllarını yaşadığı yıllarda(1950-1970) %80 ve üzeri gelir vergilerinin olduğuna vurgu yapması idi. Tabii ki bu anlatıda beni düşünmeye iten bu dönemin kendine has bir yapısı olduğunu 2. dünya savaşının miras haklarını doğal olmayan yollarla düzeltmesi,yaş grubunun baby boomer dönemi ile daha genç yapıda olmasından sermaye birikimi konusunda zayıf olması konularında eleştiriye açık kılıyor. Yani sadece bu refah dönemindeki karların eşitsizliği vergi yoluyla önlemesi kısmı birazda yanlı bir tavır içeriyor. Bunu anlatırken zenginlik vergisi tezini savunma amaçlı bu örneği verdiğini görebiliyorsunuz. Servetin gelirlerden hızlı büyümesi konusuna tabii ki vurgusu devam etmiş. Bu konuda yazara katılıyorum. Tüm tarih boyunca insanların çoğunluğu kabul edilebilir bir servet dağılımı arayışında olduğunu ve bunun sürekli tekrar eden bir döngüde gittiğini söylüyor. Toplumlar gelirlerini ,zenginlikleri ve eğitim haklarını eşit dağıtabilirlerse refah olur diyor. Bu konuda verileri kullanarak toplumları okunabilir kılıyor ve söylediklerinde ki vurgu tüm despotik yapıların kökeninin de gelir adaletsizliği, sermaye birikiminin belli bir tekel grupta olması ve eğitim eşitsizliği gibi konular üzerinde yoğunlaşıyor. Şu anda yaptığı politik öneri ise hem enternasyonalizmi  hem de yeniden dağıtımı  aynı anda savunan günümüz politika çerçevesine ters(Sol ve sağ olarak ikili yapıdan bahsediyor) parti yapılarının gerekliliğini söylemiş. Z kuşağının sahip olmaktan ziyade erişebilir olma konusunda mahir olacağına ve bu yolun sosyal ve politik açıdan ekonomik temellerinin bu yolda atılabileceğine olan inanç da bence şu anda çok güçlü. 

Daron Acemoğlu'nun Dar Koridor kitabına gelirsek, kitapta genel olarak toplum ve devlet yapısının sürekli birbirini denetleyen yapıda olması gerektiğini kronolojik bir sıralama ile demokrasi tarihi kökenlerine inerek anlatıyor. Devletin çok güçlü olduğu,toplumun devleti denetleyemediği durumlarda despotik leviathan(devlet anlamında) oluşuyor derken(Çin,Rusya gibi örnekler), devlet yapısının güçsüz yani kurumların işlevsiz ve toplum yapısının geleneksel algılarının çok güçlü olduğu veya farklı kültürel yapıların çokluğu sebebiyle kimsenin insiyatif alamadığı ve bu toplumsal yapının devletin güçlü kurumlar oluşturmasına  engel olduğu durumlara ise namevcut leviathan(Lübnan ve Afrika kabile örnekleri var) oluşuyor diyor. Ancak toplum yapısının güçlü olduğu(demokrasi geçmişi ve insanların bunu elde etmek için bedeller ödediği) ve bu toplum yapısının güçlü devlet kurumlarını da aynı anda refah sağlayarak oluşturabildiği ve anayasalarını buna göre düzenledikleri güçler ayrılığının sağlam olduğu durumlarda dar koridor oluşuyor ve prangalanmış leviathan(ABD ve İngiltere örneği veriyor) diyor bu duruma da. İdeal devleti prangalanmış devlet olarak açıklıyor kitapta bunun içinde hem toplumun hem de devletin sürekli bir şekilde gözü açık olması gerekiyor diyor. Bu sürekli çabayı Alica Harikalar Diyarında Alice 'in karşılaştığı hep aynı yerinde kalmak için sürekli koşan Kızıl Kraliçe devinimine benzetiyor.  Olayın devingen doğası gereği namevcut leviathan'in veya despotik leviathan'in de bu dar koridora girebileceğini zaman zaman girdiğinin ama dar koridorda kalmanın yani kızıl kraliçe etkisinin sürekli olmasında buluyor. IMF'nin kopyala yapıştır modellerinin işlevsizleştiği bir düzende neoliberal yapıda bulunan tüm ekonomik anlamda zorlanan ülkelerin bu yapılarını oluşturması ne kadar mümkün sorusu aklıma geliyor. Wallerstein'ın dünya teorisinde bahsettiği merkez ülkeleri prangalanmış leviathen modeline oturtursak Birleşik Krallık ve ABD'nin yapılarının sürekli pazar arayışı üzerine oluşması yarı çevre ve çevre ülke yapılarında bulunanlar için ne kadar geçerli olabilir ki! Prangalanmış kapital desek daha doğru sanki. Tabii ki Daron hocanın tespitleri kahve köşelerinde konuşur gibi bu meseleleri tartışanlara göre çok çok aşkın bir çalışma.Ancak eleştiri yönünü demokrasi üzerine sadece indirgemek de çok doğru olmuyor nitekim Çin'in büyüme modelinde de kapitalizmin en sert uygulanış biçimlerinden birini görüyoruz. Despotik leviathen bir süreliğine gelişebilir ama sürekli olmaz derken nazi örneği veriliyor ancak Çin modelinde uzun yıllardır bir ekonomik büyüme aynı ABD'de ki bir dengeyi de kurmuş durumda. Bunun oluşu ABD politik yapısında çift partili iken Çin'de politik büro üzerinden gerçekleşiyor. Çinliler duruma uyanırsa tabii ki eşitlikçi devrimler isteyecektir ancak ABD'de de çok uyandıkları zaman devletin nasıl kontrolden çıkabildiğini bu günlerde görebiliyoruz. Bu sebep ile Wallerstein'ın merkez ülke,çevre ve yarı çevre modelinde ki gerçeklik şu an da Daron Hocanın anlatısına göre bir adım hala önde görünüyor. Zaman ne getirir ne götürür bilinmez ancak kitaptaki demokrasi olursa devlet ve toplum birbirini denetlerse her şey güzel olur kısımı sermayenin birikimini verilerle açıklayan T. Piketty'e göre de az önce dediğim çerçeveden geniş anlamda bakabilirseniz ekonomik, politik ve sosyal açıdan anlamsız kalıyor. Zaten politik açıdan şu anki sistemleri ile ne ABD ne de Birleşik Krallık politikacılarının güttüğü siyasetin hem enternasyonalizmi hem de yeniden dağıtımı sağlaması kamu yoluyla yapmaya çalışmaları aslında içinde bulundukları durumu anlayıp buna göre değişim olmaması üzerine kurulu. Tabi daha bir çok nokta var bu kitapların sayfa sayılarına bakarsanız aslında çok fazla konuşulması gereken şeyi özet geçtiğimi anlarsınız. 

Stephanie Kelton'ın Deficit Myth'ini açıklarken önce içinde bulunduğumuz pandemi döneminde yapılanlar ile başlamak gerekiyor. Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler COVID-19 ile mücadele etmek için ekonomilerini kapattılar. Hükumetler harcamalarındaki büyük artış hane halklarına ve işletmelere yardım sağladı, ancak birçok politikacıya ve ekonomiste göre, bu hükumet harcamaları 'ulusal borç ikilemleri' yarattı .ABD ve Birleşik Krallık kamu borç seviyeleri gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) yüzde 100 üzerinde uçmasına ulaşacağı tahmin ediliyor. Japonya'nın kamu borçlarının GSYİH'ya oranının yüzde 250'nin üzerinde büyümesi bekleniyor. IMF , gelişmiş ekonomilerdeki ortalama borç / GSYİH oranlarının yüzde 120'nin üzerine çıkacağını öngörüyor. Borç / GSYİH oranları bu kadar yüksek olduğunda, ana akım iktisatçılar pandemi sonrası bir borç çıkıntısı olacağına dair uyarıda bulunuyorlar ve bunun gelecekte kamu harcamalarının kısıtlanmasını ve vergilerin artmasını zorlayacağını söylüyorlar. Artan vergiler hanehalklarının tüketim harcamalarını ve işletmelerin yatırım harcamalarını azaltacaktır. Sonuç, daha yavaş GSYİH büyümesi ve işçinin ücret ve maaşlarındaki durgunluktur. Burada Piketty'nin vergileri arttıralım her şey güzel olacak tezi de tartışmaya giriyor haliyle. Sonra bu konuya geri döneceğim yazarın anlattığına gelirsek, kamu borçlarının artmasıyla ilgili kaygıların temelsiz olduğunu gösteriyor. Kelton, hükümet harcamalarının doğru şekilde hedeflendiğinde ve kamu borcunun sorunlu olması gerekmediğini savunuyor. Kamu açıklarının bir ekonomi için çok sağlıklı olabileceğini savunuyor. Kelton, daha büyük açıkların bir ekonomiyi güçlendirebileceğini ve daha hızlı büyümeye yol açabileceğini de iddia ediyor.Yani geleneksel hikayeye karşı diyor ki istediğiniz kadar ABD doları basabiliyorsanız bu borcunuzu değiştirir mi diyor ve borcun önemli olmadığını bunu para basarak halledebileceğini söylüyor. Bir ülke rezerv para birimine sahipse kendi kendini finanse edebiliyor ve vergi ya da borç almaları gerekmiyor diyor. Enflasyon oluşmaz mı sorusuna da şu anda hanehalkı harcamalarının ve yatırımların talebinin zaten enflasyon oluşumundan çok deflasyon korkusunda olduğunu ekliyor. Zaten düşük enflasyonu koruyacak iş modellerini örnek veriyor(Amazon, Walmart). Yani enflasyon korumasını tedarik zinciri rekabeti ve düşük fiyat avantajı sunan yapılarda buluyor. Enflasyon ve küçülme olmaksızın devletin modern para politikası güderek işler oluşturabileceğini, eğitim eşitliği sağlayabileceğini, altyapı ve iklim değişikliği konularında gelişmeler yaratabileceğini anlatıyor. Tabi bunlar iyi hoş ama yine Wallerstein'ın dünya teorisine dönecek olursak merkez ülkeler rezerv paraya sahip olarak bunu yaparken diğerleri de pazar olmaya devam mı edecekler? Bu işin doların gücüne bağlı olarak kurulması konusu kendi içinde çelişen bir durumda yaratıyor. Yani eşitlikçi devrimden bahseden Wallerstein ve Piketty gibi isimlerin yanında Kelton sadece rezerv sahibi ülkelerin kurtarıcısı konumunda oluyor. Çevre ve yarı çevre ülkelerdeki demokrasi yapılarını nasıl etkileyeceğini ise Daron hocanın dar koridorundaki prangalanmış leviathen modeline göre devlet gücü toplum gücü denge modelinde namevcut bir leviathen yaratıp yaratmayacağını bilmiyoruz ya da despotik bir hal almasının mümkün olup olmadığını çünkü hükümet direkt destek çıkarsa devletin gücü artacak, ancak halk bunu daimi algılarsa harcama alışkanlığı değişebileceğinden ticari rekabetin getireceği götüreceği özgürlük konusunda da sıkıntılar sunacaktır.Sonuç olarak rezerv parası olanların eşitliği olmayanların sömürüsü konusunda bir garip hikaye mmt. Rifkin'in mikro modellemeler ile yeşil devrim modeli mmt ile bağlantılansa da bunun da sebebi sol olarak tabir ettiğimiz eski tip siyasetçilerin demokrat tayfada yoğun olması ki seçim döneminde Osario Cortez ve Bernie Sanders gibi isimler seçim kampanyasında sık kullandılar bunu.Anlayamadıkları Rifkin'in modeli yeşil devrimin enternasyol yapısı ve eşitlikçi bir paylaşımdan geldiği ve sadece rezerv para sahibi olanlara değil olmayanlara da aynı yapıyı sunmasında. Kitap neoklasik iktisadi bakış açısını komple yıkan ve bambaşka bir çerçeveden para ve maliye politikalarına öneriler getiren bir eser olmuş. Belki MMT'nin gelecekte başka başka her ülkeye uygulanabilir yolları bulunur, kim bilir... 

Birbirinden apayrı görüşlere sahip bu isimlerin savundukları şeylerin daha eşitlikçi,modern ve entegre bir dünya yaratmak konusunda tartışılması gereken konuları gündeme getirmesi ve çözüm önerileri sunmaları dahi kendilerine yapılan eleştirilerin bu konuları daha da ön plana çıkarmasına ve insanlığın gelişiminde mihenk taşı olan dönemler olan özgürlük,refah devrimlerinden sonra eşitlikçi bir devrimin oluşmasına katkı sağlayacak çalışmalardır. Geleceği kimse tahmin edemez ama bu kitapları okur tartışırsanız yeni fikirleri çıkarabilecek yorumlayabilecek entellektüel bir düşünce dünyasını yaratmanıza katkısı olacaktır. Kendi eleştirilerimi de bu çerçevede kitapların anlattığı fikirlerin özelinde okuduğum eserlerden farklılıkları çerçevesinde yaptığımı düşünüyorum. Nitekim despotik leviathen'lerin ve ulus devlet modellerinin içe kapanık yapılara dönmesini istemiyorsak bu durumlara açıklıkla yaklaşmalıyız.Sermaye birikiminin tüm gsyh'yı yutmasına engel olmak için sosyal devlet yapılarının gelişmesi, para teorilerinin neoklasik çerçeveden bakılması yerine daha modern para ve maliye politikaları geliştirilmesi, finansal sistemlerin daha adil yapılar olarak kurulması,gelirlerin adaletli dağılımı ve yeni vergi modellemeleri geliştirilmesi veya belki de Kelton'ın dediği gibi gerek kalmayacak olması gibi yeni fikirlerin desteklenmesi, yeşil devrim yolunda mikro enerji santralleri ve yaşanabilir çevre ve yaşanabilir dünya konusunda atılacak yeni adımlar belirlenmesi gerekiyor. 

  




24 Mayıs 2020 Pazar

DİJİTALLEŞEN DÜNYA; FAMANG

FAMANG nedir?

Son yıllarda teknolojik gelişmelerin doğrultusunda değer kazanan ABD hisse piyasalarında işlem gören ilk 7 hissenin kısaltması. Facebook, Amazon, Google, Apple, Microsoft, Nvidia , Netflix firmalarının kısaltmalarından oluşan bu toplam FAMANG'i ifade ediyor. 

Koronovirüs sonrası küresel çapta ülkelerce uygulanan karantinalar ve değişen yaşam tarzları ile birlikte son yılların en popüler konusu home office çalışanlar ile evde daha çok vakit geçiren insanlar oldu. Haliyle yeni teknolojiler konusunda atılımlarda bulunan firmalar bir adım öne çıkmış oldu. Bugün itibariyle famang'ın değeri 6 trilyon doları aşmış durumda. Son 3 yılda 3 trilyon seviyelerinden yüksek dalgalanmalar ile bu seviyelere gelindi. Ayrıca fed para politikaları ve korona etkileri ile bilançoları artan firmalar tekel konumuna ulaştı. Şu an sadece Amazon şirketinin  değeri dax 30 firmalarının hepsinden daha değerli konumda ayrıca portföyün toplam değeri  çoğu Avrupa ülkesinin gayri safi milli hasılalarından yüksek bir duruma ulaştı. Bu arada SP500 endeksinin toplam değeri 23 trilyon dolar civarında. 



Bu firmalar bu dönemi çok iyi değerlendirip pastadan paylarını arttırarak çıkmaları aynı zamanda arge payları ve yarattıkları dijital dünyanın sermaye döngüsünde saklı. Çoğu robotik teknolojiler ve yazılımlar kullanılarak oluşturulan bu yapılar insanın emek değerinin değersizleşmesine sebep olurken aynı zamanda neoliberal sisteminde çarklarının dönmesini zorlaştıran iş kapasitesini düşüren tarzda firmalar. ABD'de korona sürecinde 9 haftada oluşan işsizlik başvurusu sayıları 40 milyona ulaştı. 135 milyon çalışanın olduğu bir sistemde ki toplam nüfusları 330 milyon civarı olduğunu düşünürsek dat.com krizlerinden daha büyük bir balon oluştuğunu ancak fed yardımları ve dönemin şartları sebebiyle yatırımcı iyimserliği konusunda gerçek tablodan uzakta kalabileceklerini de gözlemledik. Bu da kısaca bu bir kaç firmanın taşıdığı sp500 endeksinin önümüzdeki dönemin şartlarını anlayıp anlamamasında gizli. İnsanlar işsiz kalırken, gelirler tüm dünyada düşerken, bu firmaların tekel sektörler olarak yükselmesinin hem politik hem de sosyolojik etkileri yadsınamayacak bir gerçeklik olarak karşımızda ciddi bir potansiyel içermekteler. Bu potansiyellerini dünyada  insanlık için neoliberal sistemi bir win to win sistemine dönüştürebilirler ise insanlığa muazzam katkıları olabilir ancak sermaye tarafında kalıp bu durumları görmezden gelirlerse kümülatif bilgiden oluşan tüm medeni birikimlerin üstüne bir bardak su içeriz. Ki bu firmalarında temelinde bu kümülatif bilgi birikimi var.

Ekonomik gerçekler, finansal gerçeklerden tamamı ile ayrılırsa sonunda distopik tablolar yaşarız. 

 

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Büyük Buhran V2.0

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak lafını çok duyar olduk. Bundaki asıl sebep ekonomilerin yaşadığı krizin anlaşılmasından geçiyor. Koronavirüs ile tetiklenen kriz sonrası tahminlerin en iyimser tarafta olduğunu görüyoruz. Ancak dünyadaki işsizlik rakamlarındaki gidişat ve pmi rakamlarındaki küçülmeler bize çok daha kötüsünün yaşandığını söylüyor. Şu anda ekonomilerin insan sağlığına tercih edilip açılmaya başlaması da bir nevi krizin etkilerini azaltmak üzerine gerçekleşiyor. Ancak İspanyol gribinin geçmişine bakanlar aynı hatanın o zamanda yapıldığını ve 2. dalgada asıl ölümlerin gerçekleştiğini biliyorlar. Politika yapıcıların tüm dünyada çözümleri ileride çok tartışılacaktır ,nitekim 1920'li yıllarda değiliz. Bilgi yayılımı o kadar hızlı gerçekleşiyor ki tüm sistemlerin temeline dinamit koyan cinsten bir durum bu. 1929 büyük buhranından önceki gayrimenkul krizleri ile 2008 yılındaki mortgage kredilerinde yaşanan balonların patlaması arasındaki fark sadece dijitalleşmiş türev ürünlerin ahlaksızca wall street tarafından şişirilmesinde saklı. Günümüzde 2008 ekonomik krizi bitti yalanını 10 yıldan fazladır söyleyenler o zaman da Florida gayrimenkulleri üzerine aynı benzer söylemleri kullanıyordu.

Şimdi bu gözle büyük buhran ile günümüzde yaşanan 2. versiyonuna baktığımızda  ikisinde de arz ve talep şoklarının aynı anda oluştuğu büyük firmaların çok büyük sıkıntılara girdiği iflas ettiği ve işsizlik sayılarının inanılmaz seviyelere çıktığını aynı zamanda oluşan bu durumların dünya ekonomisinde %7'lik bir küçülmeye sebep olduğu ve şu anda da söylenen %2,7 gibi dünyada ekonomik küçülme tahminlerinin şu anki işsizlik rakamlarıyla uyumsuz olduğunu ve sistemik gelişen(doğrudan tüm ekonomilere yayılan) krizin dünyadaki tüm ekonomilere uğradığını görüyoruz. Büyük buhran zamanlarında net kreditör olan ABD yine aynı şekilde günümüzde de FED vasıtası ile benzeri swap pencereleri ile ihtiyacı olan ülkelere yardımlar yapıyor. Geçmişte hesapsızca vermiş olduğu kredileri alamayan ABD yine aynı şekilde bu kredileri alma yolunda sıkıntılar yaşayacağı ortadadır. Gümrük duvarları koyma yoluna gideceğini de tahmin etmek falcılık olmayacaktır. Zaten şu anda Çin ile yaşanan ticari gerilimler de geçmişteki blog değişimlerine benzer yapıda seyrediyor.

Büyük buhranın 1930'ların başından sonuna kadar 10 yıl civarı sürdüğünü düşünürsek şu anda da benzeri bir durumun yaşanacağını kestirmek de yine aynı şekilde tarihten çıkardığımız derslerden.
Daha önce pacman krizi olarak bahsettiğim( https://mehmetcagdas.blogspot.com/2020/03/pac-man-krizi.html ) sistemin açığının bulunduğu yapıdan bahsederken sermayenin milli gelirin tamamını yutma tehlikesinden bahsetmiştim. Bu durumda sosyal politikaların gelişmesinde mecburi bir taraf olacağı aksi halde dünya savaşlarının temelini oluşturan işsiz insanların sapkın yönelimleri(Nazizm vb.) oluşabileceğini görüyoruz. Bunda zaten şu an ki lider yapılarının sağ olarak tarif ettiğimiz siyasi yapıdan gelmeleri de bu tehlikelerin varlıklarını arttırmaktadır.

Sonuç olarak insanlığın önümüzdeki 10 yıl büyük sıkıntılara gebe bir döneme girdiğimizi söylendiği şekilde bir toparlanmanın uzun süre oluşamayacağını çünkü üretim ve tüketim tarafındaki zincirlerin kırıldığını arz ve talep şoklarının etkisinin öyle kısa sürede çözülmesinin zor olduğunu söyleyebilirim. 
Ekonomik krizlere sadece ekonomi açısından değil sosyal hatta politik açıdan da bakılması gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.


23 Mart 2020 Pazartesi

Gelir Adaletsizliği ve Eşitsizlikler Üzerine

Gelir dağılımındaki eşitsizliği analiz ederken sermaye eşitsizliğinin emek eşitsizliğinden daima yüksek olduğunu biliyoruz. Genelde buna kapitalizmin doğası gereği denilip geçiyoruz. Gini endeksi gibi yapılar hesaplanır iken emek ve sermaye eşitsizliklerini birbirine karıştırarak kullanan endekslerin bu durumları net olarak ortaya koyamadığını da araştırmalardan anlıyoruz.Tablolar ile anlatacak olursak ki Piketty'nin de kitabında bu çalışmalarını açık olarak insanlar ile paylaşmış olduğu çalışmalar çok önemli , onlardan yararlanarak çok daha net anlayacağız olup bitenleri.

Emek Gelirindeki Eşitsizlik,Dönemlere ve Ülkelere Göre
Emek gelirindeki eşitsizliğin görece düşük olduğu ülkelerde(İskandinav ülkeleri) nüfusun en yüksek geliri elden eden %10'luk kesimi ,toplam emek gelirinin %20'sini almaktadır. En az ücret alan %50'lik kesimin aldığı pay %35 ,orta seviyede ücret alan %40'lık kesime düşen pay ise %45 seviyesindedir. Buna karşılık gelen gini çarpanı ise 0,19(0-1 arası değer alan eşitsizlik endeksi).

Sermaye Mülkiyetindeki Eşitsizlik, Dönemlere ve Ülkelere Göre
Burada da bakınca En zengin sınıfların sermaye mülkiyetindeki baskın karakterini görüyoruz. En yoksul sınıf olan halk sınıfı %10'luk bir dilimi ancak iskandinav ülkelerinde görüyoruz genel ortalama %5 civarında dünyada. Bir de toplam gelirlerdeki adaletsizliğe bakalım.

Toplam Gelirdeki Eşitsizlik Dönemlere ve Ülkelere Göre
Toplam gelirlerdeki duruma baktığımızda ise gördüğümüz yine İskandinav ülkelerindeki görece eşitlikçi durum olmasına rağmen dünyanın geri kalanında oluşan çok yüksek derecedeki eşitsizlikler sınıflar arasında uçurum yaratmış durumda. Orta sınıf giderek azalan bir pay alır iken halk sınıfı zengine çalışır olmuş maaşlar neredeyse eşitlenmiş ancak üst sınıftaki gelir farkları giderek artarak aralarındaki durum toplumun temellerini dinamitlemeye başlamıştır. İdeal durum İskandinav ülkelerinde dahi gerçekleşmemiştir aslında görece diğerlerine kıyasla iyi bir durumdalar. Bu fark çok önemli.

ABD'de Gelir Eşitsizliği ,1910-2010 arası dönem
Büyük buhran dönemi olarak geçen dönemdeki fark ile günümüzdeki gelir eşitsizliği durumu arasındaki bağlantıyı kurabilenler durumu yukarıdaki tabloda görüyordur. Şimdi aynı seviyelerde olan eşitsizlik durumu o dönemde 2. Dünya Savaşı sonrası refah dolu yıllar yaşatmış olsa da yüzyıl sonrasında görülen tablonun yine aynı olması kapitalizmin sermayeyi gelir eşitsizliği yaratarak emek üzerinden biriktirdiğine güzel bir örnek.Şimdi diyorlar ya neden kriz oluyor vs önceki blog yazımda bunları temel bazda anlattım. O yazıyı okumadan bu yazıyı anlayamazsınız. ( https://mehmetcagdas.blogspot.com/2020/03/pac-man-krizi.html ) Avrupa ve ABD arasındaki gelir eşitsizliği farkına da bir  bakalım.
ABD ve Avrupa Gelir Eşitsizliği Kıyaslaması
1900-1910 döneminde Avrupa'da en üst onda birlik dilimin milli gelir içindeki payı ABD'dekinden daha yüksektir fakat günümüze gelindiğinde ABD özelindeki gelir eşitsizliğinin Avrupa'nın çok üzerinde olduğunu görürüz. Nitekim insan hakları yasaları ve sosyal devlet anlayışının AB tarafında yaygın olarak kullanılmasının etkilerini görürüz. Yine de az önce baktığımız çalışmalarda da AB'nin de durumunun çok temiz olduğunu söylemek yanlış olur.

Bir de yaş servet ilişkisi farkına bakalım ki bugünlerde etkili olan COVID'in etkilerini bir de bu açıdan değerlendirelim. Veri kayıtlarının çok eskiye dayanmasından dolayı yukarıdaki Fransa incelemesi yaş-servet profili olarak çok önemli. Tablodan da görüldüğü üzere yaşlıların serveti daima gençlerden fazla olmuştur. 2. Dünya Savaşı dönemi dışında yaşlıların servetinin düşük olduğu bir dönem görülmemiştir. Bu yüzden de küresel ekonomik büyüme yıllarının savaşın yaratmış olduğu durumdan gelişme çıkardığı izlendi. Kişinin elde ettiği servet ister miras yoluyla ister çalışarak elde edilmiş olsun belli bir eşiğin üzerine çıktığında kendi kendine çoğalmaya ve birikmeye başlar. Bu yüzdendir ki negatif faize geçildi AB ülkelerinde ve yine bu yüzdendir ki ekonomileri büyüyemiyor ve eski dönemlerdeki gibi gelişemiyor. Çünkü bu birikimleri aynı zamanda miras yoluyla sonraki nesillere aktarmaya devam ediyorlar. Yaş ortalamasının yüksek olması işleri hiç kolaylaştırmıyor. COVID konusunda gereken önlemleri geç almalarını buradan bakarak da politika yapıcıların ne kadar duygusal davrandıklarını anlayabiliyoruz.

Sonuç olarak küresel krize sebep olan gelir adaletsizliği ve eşitsizliklerdir. Karlar düştükçe daha fazla milli gelirin payına meyleden sermaye sahipleri işin sonunda komple milli geliri yutacaklarını biliyorlar. Şu anda yaşanan duruma kapital sistemin evrimi olarak da bakılabilir. Onlar karlarından feragat edecek, covid onlar için yaşlıları yok edecek, bu arada sosyal adaleti bir nebze oluşturmaları lazım ki sistem yürüyebilsin bu yüzden temel vatandaşlık maaşı ve zenginlik vergileri gibi önlemler ile karşılaşacağız. Burada bir çatallanma oluşacağı ve yeni sistemler çıkabileceği ihtimalini oldukça fazla görüyorum.Sonuçlarını beraber göreceğiz ki eskisinden daha kaotik bir döneme(iyi veya kötü demiyorum tek bir sistem veya sistemler mi olacak bunların sosyal yapısı nasıl olacak bilmiyoruz) girdiğimizi düşünüyorum. 

19 Mart 2020 Perşembe

Pac-Man Krizi

Pac-Man'de oynayanlar bilir, bir labirent içerisinde hareket ederek sarı diskleri bitirmeye çalışan oyuncu hayalet ve canavarlardan kaçarak tüm küçük diskleri toplar ve tüm diskleri topladığında diğer aşamaya geçer. Labirent üzerinde beliren meyveleri toplamak oyuncuya fazladan puan kazandırır. Büyük sarı diskleri aldığında, canavar ve hayaletler maviye dönüşür ve bir süreliğine yenilebilir duruma gelirler. Aşağıdaki durumda buna benzer bir durum içeriyor. Canavar ve hayaletlerimiz maviye dönüştü yani pac man tarafından yenilebilir bir durumdalar. 

Yapısal büyümenin olmadığı ve büyüme oranının tam sıfır olduğu bir durumda Marx'ın tarif ettiğine çok yakın bir mantıksal çelişki ortaya çıkar. Marx bunu ''kar oranındaki düşme eğilimi'' olarak açıklarken bunu matematiksel olarak açıklamakta zorlansa da çünkü bulunduğu dönemde verilerin eksikliği çağın kendine tarihsel bir mesafeden bakmanın zorluğu gibi durumlar olduğu için şimdiki kadar açık değildi. Net tasarruf oranı artıya geçtiği, yani zengin sermaye sahiplerinin güç ve saltanat arzusuyla veya yalnızca yaşam standartları halihazırda yeterince yüksek olduğundan her yıl daha fazla sermaye biriktirmeye başlar.(Zengin şımarıklığı ya da hastalık derecesinde para biriktirme sevdası da diyebiliriz.) Daha genel bir ifade ile  büyüme oranı düşükse ve sıfıra yakınsa, uzun vadedeki sermaye gelir oranı da sonsuz olmaya meyleder. Sermaye gelir oranı da sonsuz oranda yüksek ise sermayenin getirisi de giderek azalmak ve sonsuza dek düşmek zorundadır. Aksi biçimde bu süreç sermayenin payının milli gelirin tamamını yutmasıyla sonuçlanır. 

Bu işin tek mantıksal çözümü, sürekli yeni sermaye birimlerinin toplama ilave edilmesini dengelemek için nüfustaki artış ve verimlilikte artış oluşması gerekliliğidir. Şimdi yaşadığımız krize bakar isek çözüm olarak para basılmasının hiç bir biçimde çare olmayacağı açık duruyor. Verimlilik artışı içinse yeşil enerji ve karbon emisyonu hikâyeleri ile tıkanıklık yaşıyoruz yeni teknolojileri bırakın üretmeyi insanlar hayatın hızından dolayı düşünecek halde değiller, birde küreselde yaşanan sıkıntıları (Süveyş ve Panama kanalı ileride izleyin ) ekler isek üretim tamamiyle tıkanacak, arz ve talep sıkıntıları o kadar artacak ki... Nüfus tarafında ise %2-3 oranında yavaşlatmaya gidildiğini globalizm etkisiyle görüyoruz ve nüfus artışına da engel olduğunu eklemek gerekli.

Bütün bu paniği anlamak için aslında bu kadar göz önünde duran bir durumu anlatmak gerektiğini düşündüğüm için bu yazıyı kaleme alma gereği hissettim. Yıllarca emeğin, milli gelirden giderek küçülen bir pay almaya zorladıkları için bu günlerde kamulaştırmaya gerek duyacaklar ve duymaya da başladılar. Örneğin ABD'de helikopter yardımları veya ab ülkelerinde sosyal yardımları hayrına insanlara vermiyorlar ya da faturalar erteleniyor,kiralar donduruluyor, üniversite borçları yok sayılıyor,işsizlik maaşları bağlanıyor vs. bu durumun insani tarafı ayrı bir boyut ancak ekonomik tarafından bakınca bu da kapitalizmin iç dinamiklerini yok etmek anlamı taşıyor. Genel olarak bu çözümler kısa vadede hareket yaratsa da uzun vadede nüfus ve verimlilik arttırıcı çözümler olmadıkları gibi aynı zamanda çözüme de çare değiller. Para basarak bu işin çözümleneceğini sanıyorlarsa sermayenin payının milli gelirin tamamını yutması kavramını yaşayarak deneyimleyeceğiz. 

Bir çok faktörün aynı anda bir araya gelerek yarattığı bu kırılma dalgalanma şeklinde her 20_30 yılda bir başlaması aynı zamanda globalizmin yarattığı tahribatın da bir sonucu olması ile yüksek entropi barındıran kaotik bir durum örneği olarak karşımızda. Entropiyi düşürmek için yaşanmış süreçler ile kavga eden değil onunla uyum içinde yaşayan bir düzene geçilmelidir. 




17 Şubat 2020 Pazartesi

Dolar 1 TL Olur Mu? Peki Mazot 1 TL Olur Mu?

Başlığı çarpıcı atmamın sebebi yazdığım yazıların diğer türlü okunmamasından dolayıdır. Hali hazırda yurt içi döviz mevduat oranının rekorlarda koşması yüzünden ekonominin herkesi ilgilendirdiği bir durum oluşturması sebebi ile araştırmasını yaptığım yeşil enerji konusundaki çözüm yolunu ,aldığım eğitimin hakkını vermek ülkemizin kalkınmasına ön ayak olabilecek çalışmaları başlatmak için kaleme aldım.

Aldığım akademik eğitimlerin bir ayağının inşaat sektöründe diğer alanının da finans ve iktisat ayağında olması farklı bir bakış açısı ile olaylara yaklaşma kabiliyeti kazandırdı. Bu bağlamda başlık kısmına da atıfta bulunursam Dolar 1 TL, enerji maliyeti de 1 TL, istenirse pek de güzel olur.

İnşaata dayalı ekonomimizin yavaş yavaş inşaat sektöründe oluşan küçülme ile dolaylı olarak inşaat sektörü ile alakalı diğer sektörleri de küçültmesi yüzünden son günlerde yaşanan ekonomi temelli kötü sosyal tabloların oluştuğunu görmekteyiz. Yıllarca yüklendiğimiz sektörün inşaat sektörü olması bir anlamda kişilere rant sağlayan hazır getiri sunan projeler ile oluştu. Haliyle dev inşaat firmaları mega projelere imza attılar. Ancak gözden kaçırdığımız bir durum bu inşaat firmalarının tecrübesinin yadsınamayacak kadar fazla olduğudur. Bu firmaların yönetim biçimleri veya siyasi çıkarlarından ziyade iş tecrübesi olarak onlara bakar isek dünyada bu işi en iyi yapan firmalara sahibiz.

Şimdi işin asıl olarak bahsetmek istediğim çözüm aşamasına gelirsek bu firmaları kurtarmak için vergi indirimlerine vs gerek olmadan veya faydasız mega projelere imza atmadan da bu tecrübeye vakıf inşaat ayağı ile istihdamı şimdiki seviyesinin çok çok üstünde yaratabilir hatta enerji maliyetlerini de sıfıra indirebiliriz. Nasıl mı?

1-Yenilenebilir  enerjiye geçeceğiz,
2-Her bölgedeki bina stoklarını yenilenebilir enerji toplayacak mikro enerji santrallerine dönüştüreceğiz,
3-Kesintili enerjileri depolamak için her binada ve altyapı genelinde depolama teknolojilerini uygulayacağız,
4-Her bölgedeki enerji şebekesini aynı internet gibi işleyerek enerjiyi paylaşan bir şebeke ağına döndürmek için internet teknolojisini kullanacağız,
5- Ulaşım araçlarını,iş makinelerini akıllı ,bölgesel,etkileşimli bir enerji ağı üzerinden elektrik alıp satabilen yakıt hücreli araçlarla değiştireceğiz.

Eski enerji sanayileri,en başta devletlerin enerji politikalarını şekillendirirken onlara etki edebilen zenginlerimiz yüzünden güçlerini halen koruyor. Devlet ödenekleri ve başka adam kayırma biçimleri yenilenebilir enerji konusunda yatırım yapanlar karşısında bu zengin arkadaşların haksız bir avantaj sağlamasına sebep oluyor yıllardır. Yenilenebilir enerji tiplerini kötüleyerek veya bunun yetersiz olacağını dile getirip duruyorlar. Ancak bu iddiaların hiç biri bir araştırmaya dayanmıyor. Şu gün hayatımızda ki teknoloji yukarıda saydığım 5 maddeyi de gerçekleştirilebilir kılıyor. Ülkemizdeki binaların çatıları %40 oranında bina yüzeyleri ise %15 oranında fotovoltaik uygulamalara elverişli. Ayrıca rüzgar enerjisi üretmek için kullanılacak türbünlerin kendini amorti etme süresi de 10 yıla kadar düşmüş durumda. Ayrıca bahsettiğim binaların her biri bulunduğu yerdeki çatıdaki güneş,dış duvarlara vuran rüzgar,evlerden çıkan atık sular,binaların altındaki jeotermal ısı(ülkemizdeki depremi avantaja çevirmek için uygulanabilir bir diğer model) gibi yenilenebilir enerjileri depolayabilecek potansiyel mini enerji santralleridir.

İşin istihdam kısmında 26 milyon haneye uygulanabilecek bu modelin yaratacağı ek istihdamın 250 bin kişi olabileceğini size söyleyebilirim. Aynısını İngiltere'de uyguladılar. Business Week dergisinde rakamlar mevcut. Bu projeler şu anda AB ülkelerinde,İngiltere'de ve Kuzey Avrupa ülkelerinde uygulanıyor.

Yeter ki bununla ilgili mevzuatlar hazırlansın, işin finans ayağı buna yenilenebilir binalara özel mortgage kredileri ile destek versin. Elektrikli araba projesini yapacaksak bunu neden kendi evimizdeki imkanlar ile şarj etmeyelim. Saydığım 5 madde birbirinden ayrılmaz bir bütünlükte hayata geçirilirse yaşadığımız coğrafyanın dezavantajlarından değil de doğal avantajlarından yararlanmayı düşünürsek ekonomideki kalkınmayı ek istihdam yaratarak ve gerekli tecrübeyi birbirimizle savaşmadan ya da iflas ettirmeden paylaşarak ,akılcı bir şekilde teknolojileri kullanarak yaratabiliriz.

Sonuç olarak Kanal İstanbul Projesi gibi mega projelere değil bütünleşik yapıdaki birbiri ile entegre mikro projelere ihtiyacımız var. Bu proje hayata geçerse dövizin geldiği düşük seviyeleri beraber izleriz ve her iddaasına da girerim ki fosil yakıtların kullanılmadığı şehirlerde ki hava kalitesi bile sizi tatmin edecektir. Dünya'da bu işin yaratacağı etkide ise yenilenebilir enerji ile doğa sevgisi aşılayan bir ülke imajı tüm bakış açılarını tersine çevirir ki küresel ısınmaya önlem alan Türkiye imajı çok güçlü bir imajdır. Yabancı yatırımcıların tüm ilgisini bir anda ülkemize çekebilecek cazibeyi kendimiz yaratabiliriz yeter ki isteyelim.

Not: Kaynaklar kısmında yararlandığım makaleleri görmek isteyen siyasiler olursa iletişim adreslerim zaten mevcuttur. 


11 Şubat 2020 Salı

Pangaea'ya Dönüş

200 milyon yıl önce mezozoik çağda kıtalar tek bir büyük karada birleşti. 1960'larda jeologlar dünya tarihinin erken dönemlerinde tek bir kara olduğunu ve zamanla coğrafi bir süreç sonucu birbirinden ayrıldığından şüphelenip bu çalışmayı gerçekleştirmişti. İşte bu kıtaya PANGAEA denildi.

Yerel bölgeler ve ulusal hükümetler önümüzdeki yüzyılda ortadan kalkmayacaksa da hatta güçlenecekler kıtasal birlikler bütünleşmiş kıtasal pazarlar için kapsayıcı bir siyasi yasama oluşturacak.

Endüstri 4.0 ve endüstri 5.0 süreçlerinden geçtiğimiz bu dönemi yorumlarken geçmiş dönemlerin ortak hafızasından yola çıkara geleceği yorumlamak gerekiyor.
1.endüstri devrimi buharlı makinelerin bulunması ile başlamıştı,
2. endüstri devrimi seri üretime geçiş ve elektriğin üretimde kullanılması ile oluştu,
3. endüstri devrimi elektronik ve dijital teknolojilerin seri üretim süreçlerine katılması ile başladı,
4. endüstri devrimi bulut sisteminin oluşu yani internet of things ile fabrikalarda üretimde kullanılan makinelerin birbiri ile iletişimi ile oluştu ve sonucunda oluşan big data dediğimiz verinin kullanım süreci ile tüm sınırları birleştiren konvansiyonel bir ağ sistemi ile başladı.
5. endüstri devrimi yani endüstri 5.0 ise insansız üretimin yani yaratıcılıktan uzak olan yapay zekanın üretimde verimsiz olacağı bu yüzden işbirlikçi yani collaborative robotlar kullanımı ile insan beyninin ve robotların gücünün beraber kullanılması kavramından yola çıkarak başladı.

Endüstri 4.0 sürecinde bulut sistemi vasıtasıyla iletişim araçları ve nesneler birbiri ile iletişime geçebilir hale gelmiş iken ,endüstri 5.0 sürecinde insanın bulut sistemine dahil olacağı toplum odaklı teknolojilerin üretim süreçlerine katılacağı yeni bir düzenden bahsediyoruz. Pangaea'ya benzetilmesi de işte tam bu yüzdendir. Artık evler sadece bir yaşam mahallinden ziyade aynı zamanda enerji üreten yapılar olacak bu enerjiler depolanabilir enerji kaynakları ile tüm üretim sistemlerinde birleşecek ve enerji tarafında yenilenebilir enerji kaynakları ile tüm dünya eko sistemi birbiri ile entegre bir duruma gelecek. Marjinal maliyetin sıfıra yaklaşması ile bedava olacak üretim yapıları aynı zamanda kapital sisteminde şekil değiştirmesine sebep olacak. Şu anda bile 3d yazıcılar dünyanın gelişmiş olarak adlandırdığımız ülkelerde evlerde kullanılıyor. Bunların gelişimi ile ham madde ihtiyacı da yine geri dönüşebilir yapılardan bu sistemde elde edileceği için de ortaya çıkan üründeki artık değer yok oluyor. Bu kapitalizm ve sosyalizm arasındaki bir sentez durumu aslında. Dünyanın her yeri butik yapılardan oluşan ve büyük ağa bağlı ve entegre olmuş bir üretim yapısından bahsediyoruz burada.

İklim değişikliği gibi sorunlarında çözümü halihazırda endüstri 5.0 içinde yer alıyor. Bugün bu teknolojiyi AB ülkelerinde, Baltık ülkelerinde,Britanya'da ve Çin'de görmekteyiz. Daha henüz emekleme aşamasında olduğu için bu teknolojiler bir şey anlamıyoruz ancak bu bulut sistemine dahil olmayan ülkeler ile dahil olan ülkeler arasında oluşacak uçurumu şimdiden hayal etmekte gerekiyor. Z kuşağının içinde bulunduğu sahip olmaktan ziyade erişime aç olmaları bu sisteme entegre olması kolay olan bu yeni nesilin zaten bu bulut sistemini istemsiz olarak da algıladığını unutmamak gerekiyor.(Çocuğunuzun elinden akıllı cep telefonunu 1 hafta alın ve izleyin olacakları!) Bu yapılara yatırım yapmayan sanayi şirketleri ileride bunun sıkıntılarını iflas ederek ya da küçülmek zorunda kalarak ne yazık ki çekecekler. Şu anda en değerli firmalara baktığımızda hep bulut sistemi içerisinde yer alan firmalar olduğunu görüyoruz. Büyük devasa fabrikalar ve binlerce çalışan fabrika işçisinden ziyade yapay zeka ile çalışan makineler ve robotlar ile çalıştıklarını ve zekalarını bu yapı ile birleştiren yapılar kurduklarını görüyoruz. Google,Amazon,Facebook vs gibi firmalardan bahsediyoruz. Hepsinin big datadan faydalanan bireylerin kişisel özgür alanlarındaki tercihlerine göre o kişinin tercihlerini depolayıp ona göre seçimler sunabilen yapılar olduğunu görüyoruz.

Türkiye'de oligopol ve monopol yapılar olduğu için bu süreçlere ne yazık ki giremedik ve dünya bu alanlarda koşturur iken onlardan oldukça geri kaldık. Endüstri 2.0 ve endüstri 3.0 arasında sıkışan bir yapıdayız o yüzden de!!
Yarın öbür gün bu evlerdeki butik yapıların büyük fabrikaların yerini tutacağını hiç ihtimal dahiline bile almıyoruz. Şu anda bile youtube üzerinde ürün tanıtımı yapan kişilerin ya da evinde ürettiği ürünü tanıtan kişilerin ne kadar ilgi çektiğini görüyoruz. Z kuşağı bu sistemin içinde ve entegre olmuş durumda bu bulut sisteminin içinde yer alıyorlar. Evinde oturup başka bir kıtadan arkadaşlar edinebiliyorlar. Bilgi uzantılarının hepsine erişebiliyorlar. Erişebilecekleri her şeyi sorguluyor ve araştırıyorlar. Eğitim sistemimizin de buna entegre olmaması aynı zamanda bize işsizlik rakamları olarak da geri dönmekte. Tipik newtoncu mantıkta olan eğitim sisteminde yer alan öğrencilerden  termodinamik yasalarını baz alan kuantum yasaları ile çalışan kaotik ve kompleks sistemleri anlamasını beklemek de çok yanlış. Ezbere değil yoruma dayalı eğitime geçilmez ise atıl insan sayısını arttırmaktan başka bir işe yaramayacak bu okullarımız. İşin sanayi tarafında da az önce bahsettiğim butik çalışma alanları oluşmadığı içinde oluşturdukları sistemleri bu dönüşüme tabi tutmaları imkansız hale gelecek.

Yine işin ekonomik tarafından dijital para tarafına baktığımızda da akıllı cep telefonları artık bilgisayar gibi olduğu için ödemelerin nakit yerine kripto paralar ile yapılması sürecine geçişin kaçınılmaz olduğunu da anlamak gerekiyor. Blockchain modelleri ile akıllı kontratlar geliştirilecek iş dünyasının ve kapital sistemin haliyle tüm yapısının değiştiği bir döneme giriyoruz. Tekrar sıralarsak enerjinin güneş ve rüzgar gibi doğal kaynaklardan elde edildiği depolanır kılındığı , ham maddenin geri dönüşebilir şekilde ayrıştırıldığı ve  kolay erişebilir olduğu ve 3d yazıcılar ile ürüne çevrildiği ve bunun artık değer yaratmadan deflasyonist bir para sistemi vasıtası ile tüm toplumun erişimine sunulduğu sürekli tekrarladığım sahip olmaktan ziyade erişebilir kılınan bir sistem.

Tabi ki yeni dönemin zorlukları yok dersek de yalan söylemiş oluruz.Nitekim yemek ve su konusunda ki ihtiyaç devam edecek. Ancak kaynakların çevre ve doğa  ile uyumlu kullanımı bu konuda son dönemde yaşanan iklim değişikliği gibi sıkıntıların üzerinden geleceği için kendi kendine çözülebileceğini düşünen taraftayım. 

Sonuç olarak bu gidişatı göremeyen insanların yaşadığı ülkelerin ne sanayi tarafında ne siyaset tarafında ne de toplum sağlığı gibi alanlarda başarıya ulaşamayacağını söyleyebilirim. Ve toplum sağlığını doğrudan etkileyen bu değişimi oluşturmayan ülkelerin tüm gelişmiş dünyadan dışlanacağını da unutmamak gerekir. Artık bulut sisteminde değilseniz dünyada bile değilsiniz! Çünkü Pangaea'da başka kıta yok!