Seçkilerim bellidir benim.
Bir roman okuyacaksam Dostoyevski’ye giderim; ruhumun mağaralarındaki tınıları alırım ondan.
Bir şair arıyorsam Orhan Veli girer düşler âlemime; insanın her hâlini şeytani bir gerçeklikle anlatır.
Bir öykü okumak istediğimde elim hep Zweig’e gider; aynalar kurar, kısa öykülerinde ömürlük sahneler verir.
Yeniden varoluşun, her şeyi baştan yapma ateşinin eşiğindeysem, ellerim titreyerek Nietzsche’ye giderim; çünkü insanoğlunun en büyük haritası ondadır.
İktisadi bir değerlendirme yapmak istediğimde ise her şey Marx’a dairdir. Zamanının kısıtlı bilgi imkânlarında bile, kapital düzenin en yetkin eleştirisini insanlığın en derin hâlleriyle harmanlamıştır.
Ve ruhumun en gizli çağrısında hep Hallac-ı Mansur vardır.
İnsanın her hâlinde, boğanın boynuzlarından tutup onu sanata, felsefeye, ekonomiye, edebiyata döndürme iradesi hep aynı düzlemdedir.
Dualite düzleminde döngü hep böyle işlemiştir; zamanının ötesinde olanları anlamak asırlar sürer.
Bu dönemde de biri yaşadı; gördü, yazdı, çizdi, kimi zaman yırttı attı. Bu ülkenin doğaya aykırı entropisinde, hayatı en fazla bir Zeki Demirkubuz yeraltı filmi kadardı.
Ülkesinde söylenmemesi gerekenleri söyledi; bazen alevlendi, bazen öfkelendi, bazen sevdi bu acı melodramını.
Bu diyarda yaşayan olmak için insanın başına en acınası hallerin en beteri gelmelidir. Gelir de…
Seçkisi, kültürü olmayan, burada yazılanların yüzde birini bile anlayamayacak olan insanların distopyasında insan zaten acınacak hâle düşer.
En acınası hallerin yerini, gücün takdiri üzerine kurulu bir anlayış alır.
Ve bu coğrafyanın en gerçekçi hâli bugün yaşadığımız distopyanın yaratıcısıdır: istibdat düzeni.
En korkulan hâller güçten doğar. Bu yüzden öngörülü insanlar hep öldükten sonra sevilir; o da vicdani mastürbasyonun bir biçimidir bu toplumun...
Bundan üretilene de siyaset denir, günah çıkarma ayinleri düzenlenir: haftalık grup toplantıları, büyük komisyonlar… Hepsi, bu acınası insanların daha da dibe çekilmesi içindir.
En rezil hayat, en pahalı şekilde yaşatılır; hiçbir şey öğretmeyen eğitim kurumları, sağlıktan faydalanilamayan sağlık kurumları, yüz binlerce lira harcatır. Buna da toplum düzeni denir.
Sorgulamayan bu acınası insanlar, neden en pahalı şekilde en rezil hayatı yaşadığını anlamaz.
Devlet kutsaldır, eleştirmek yasaktır; istibdat düzeni, küçük zümrelerin rahatını bozmadan, medyasıyla, siyasetçisiyle, bürokratıyla, hukukçusuyla sahte bir meşruiyet üretir.
Ve tüm toplum bilir: bu göklerden gelen kararlar, kâğıttan bir düzenin kararlarıdır.
Ama yine de sürer.
Çünkü burada artık yazılanı anlayabilecek kapasite neredeyse kalmamıştır. Anlayanlarda düzenin riske girmemesi için herşeyi yapacak haldedir.
Sonuç olarak Gogol’un hayalindeki İspanya Krallığı’ndan selam olsun; güzel günler hâlâ bir yerlerde saklıdır...