Bugünün küresel piyasalarında artık yalnızca ekonomik göstergelerden, bilanço verilerinden ya da merkez bankası açıklamalarından söz etmek yeterli değil. Zira içinde yaşadığımız çağda değer dediğimiz kavram, giderek daha soyut, daha geçici ve daha manipülasyona açık bir forma bürünüyor. Özellikle teknoloji hisseleri, kripto paralar ve ani emtia sıçramaları gibi spekülatif opsiyonlar, yalnızca yatırım alanları değil, aynı zamanda çağın zihinsel durumunu ve ekonomik tahayyülünü temsil ediyor.
Artık klasik ekonomi kitaplarında anlatılan “rasyonel aktör” miti çökmüş durumda. Yerini, algoritmaların yönlendirdiği davranışsal kalıplar, sosyal medya tarafından kurgulanan kolektif heyecanlar ve devasa veri setleri üzerinde çalışan yapay zekâların şekillendirdiği bir fiyatlama rejimi aldı. Bu rejim, üretim-tüketim dengesine değil, hikâyeye ve hız faktörüne yatırım yapıyor. Hatta öyle ki, bazen bu spekülatif çerçevenin kendisi, gerçek ekonomiyi belirleyen temel unsur haline geliyor.
Bugün bir kripto paranın ya da meme-hissenin fiyatı, onun ekonomik faydasından veya kurumsal yapısından çok, çevresindeki anlatının gücüyle belirleniyor. Elon Musk'ın tek bir tweet’iyle milyarlarca dolarlık piyasa değeri hareket ettirilebiliyor. Değerin bir üretim süreciyle değil, ani bir kültürel coşku veya panik dalgasıyla belirlendiği bu düzlemde, ekonominin kuralları değil, kitlenin psikolojisi söz sahibi oluyor.
Bu da bizi aslında çok daha temel bir noktaya götürüyor: Spekülasyonun yalnızca ekonomik bir araç değil, aynı zamanda bir tür çağsal ideoloji olduğu gerçeğine. Bugünün spekülatif yatırım araçları, sadece yatırımcının risk iştahını değil, aynı zamanda sistemin kendi iç çelişkilerini, sınıfsal dönüşümleri ve giderek artan gelir eşitsizliğini de temsil ediyor. Zira yüksek volatiliteye sahip piyasalarda kazananlar genellikle bilgiye, teknolojiye ve hızlı sermayeye erişimi olan kesimler. Kaybedenler ise yavaş kalanlar, geç gelenler, anlamayanlar oluyor.
Bu süreçte ekonomi bir tür simülakr ekonomiye dönüşüyor. Jean Baudrillard’ın "gerçekliğin yerine geçen imgeler" tezini anımsatırcasına, finansal varlıkların değeri artık onları temsil ettikleri reel karşılıklardan kopuyor. Bir hisse senedi, o şirketin performansını değil; gelecekteki potansiyelini, anlatı kabiliyetini ve sosyal medya yankısını yansıtıyor. Kripto varlıklar ise tamamen kurgusal bir evrende, merkeziyetsizlik mitiyle örtülmüş bir güven oyunu üzerinden değerleniyor.
Burada ilginç bir çelişki doğuyor: Bir yandan merkez bankaları hâlâ enflasyonla mücadele, faiz kararları ve para politikası gibi klasik araçlarıyla sistemi kontrol etmeye çalışıyor. Öte yandan ise piyasanın ruhu, çok daha kaotik, anlık ve algoritmik bir zeminde dolaşıyor. Finansal sistemin kendi içindeki bu ikilik, geleceğe dair öngörüleri neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Artık sermaye sadece birikmiş emek değil; hikâyeye dönüşme kapasitesidir. Bu hikâyeyi kim daha hızlı, daha etkileyici ve daha yaygın anlatırsa; değeri o belirliyor. Dolayısıyla yatırımcının bir analistten çok bir senarist, bir pazarlamacıdan çok bir fenomen izleyici olması gerekiyor. “Değerli olan nedir?” sorusunun cevabı, üretimden değil, anlatıdan geçiyor. Bu da finansı klasik rasyonalite zemininden çıkarıp, post-truth çağın bir oyunu haline getiriyor.
Bu tablo hafife alınacak bir gerçeklik değil. Zira sistemin temellerinde bir yerlerde sessizce büyüyen bu spekülatif yapı, sadece finansal kırılganlık yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda gelecekteki ekonomik eşitlik ve demokratik katılım ihtimalini de tehdit ediyor.
Eğer spekülatif opsiyonlar yeni sermaye biçimi olacaksa, buna karşılık yeni bir finansal aydınlanma ihtiyacımız var. Üretimin, emeğin ve uzun vadeli değer yaratımının tekrar merkeze alınacağı, finansın sadece kazanç değil anlam üretmeye de hizmet edeceği bir çağ düşünülmeli.
Ve bu çağ, bugünkü gibi bir distopyaya değil; umutla yazılmış insanlık tarihine hitap etmeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder