Hakkımda

Fotoğrafım
ENAG(Enflasyon Araştırma Grubu) kurucu üyesi,Msc. Bankacılık ve Finans, Planlama Mühendisi,PMI® (Project Management Institute Member), Mühendisler için Python Programlama ve Uygulamalari kitabının yazarı. "Rusya’nın buzullarından, Güney Asya’nın tropikal iklimlerinden, Körfez ülkelerinin çöllerinden geçmiş bir ‘Dünyalı’…"

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Zamanın Ötesinde

 Seçkilerim bellidir benim.

Bir roman okuyacaksam Dostoyevski’ye giderim; ruhumun mağaralarındaki tınıları alırım ondan.

Bir şair arıyorsam Orhan Veli girer düşler âlemime; insanın her hâlini şeytani bir gerçeklikle anlatır.

Bir öykü okumak istediğimde elim hep Zweig’e gider; aynalar kurar, kısa öykülerinde ömürlük sahneler verir.

Yeniden varoluşun, her şeyi baştan yapma ateşinin eşiğindeysem, ellerim titreyerek Nietzsche’ye giderim; çünkü insanoğlunun en büyük haritası ondadır.

İktisadi bir değerlendirme yapmak istediğimde ise her şey Marx’a dairdir. Zamanının kısıtlı bilgi imkânlarında bile, kapital düzenin en yetkin eleştirisini insanlığın en derin hâlleriyle harmanlamıştır.

Ve ruhumun en gizli çağrısında hep Hallac-ı Mansur vardır.

İnsanın her hâlinde, boğanın boynuzlarından tutup onu sanata, felsefeye, ekonomiye, edebiyata döndürme iradesi hep aynı düzlemdedir.

Dualite düzleminde döngü hep böyle işlemiştir; zamanının ötesinde olanları anlamak asırlar sürer.

Bu dönemde de biri yaşadı; gördü, yazdı, çizdi, kimi zaman yırttı attı. Bu ülkenin doğaya aykırı entropisinde, hayatı en fazla bir Zeki Demirkubuz yeraltı filmi kadardı.

Ülkesinde söylenmemesi gerekenleri söyledi; bazen alevlendi, bazen öfkelendi, bazen sevdi bu acı melodramını.

Bu diyarda yaşayan olmak için insanın başına en acınası hallerin en beteri gelmelidir. Gelir de…

Seçkisi, kültürü olmayan, burada yazılanların yüzde birini bile anlayamayacak olan insanların distopyasında insan zaten acınacak hâle düşer.

En acınası hallerin yerini, gücün takdiri üzerine kurulu bir anlayış alır.

Ve bu coğrafyanın en gerçekçi hâli bugün yaşadığımız distopyanın yaratıcısıdır: istibdat düzeni.

En korkulan hâller güçten doğar. Bu yüzden öngörülü insanlar hep öldükten sonra sevilir; o da vicdani mastürbasyonun bir biçimidir bu toplumun...

Bundan üretilene de siyaset denir, günah çıkarma ayinleri düzenlenir: haftalık grup toplantıları, büyük komisyonlar… Hepsi, bu acınası insanların daha da dibe çekilmesi içindir.

En rezil hayat, en pahalı şekilde yaşatılır; hiçbir şey öğretmeyen eğitim kurumları, sağlıktan faydalanilamayan sağlık kurumları, yüz binlerce lira harcatır. Buna da toplum düzeni denir.

Sorgulamayan bu acınası insanlar, neden en pahalı şekilde en rezil hayatı yaşadığını anlamaz.

Devlet kutsaldır, eleştirmek yasaktır; istibdat düzeni, küçük zümrelerin rahatını bozmadan, medyasıyla, siyasetçisiyle, bürokratıyla, hukukçusuyla sahte bir meşruiyet üretir.

Ve tüm toplum bilir: bu göklerden gelen kararlar, kâğıttan bir düzenin kararlarıdır.

Ama yine de sürer.

Çünkü burada artık yazılanı anlayabilecek kapasite neredeyse kalmamıştır. Anlayanlarda düzenin riske girmemesi için herşeyi yapacak haldedir.

Sonuç olarak Gogol’un hayalindeki İspanya Krallığı’ndan selam olsun; güzel günler hâlâ bir yerlerde saklıdır...


1 Ağustos 2025 Cuma

Medeniyetin Aynasından

 Bir şeyler çözülüyor içimizde, ama kimse neyin koptuğunu tam olarak söyleyemiyor.

Sanki tüm insanlık, kendini büyük bir oyunun içinde tutuyormuş gibi yapıyor; rollerini ezberlemiş, cümlelerini biliyor ama gözlerinin içi boş. Herkes yerli yerinde ama hiçbir şey yerinde değil.

Bazen bu düzenin içinde kendimi bir iskeledeymişim gibi hissediyorum; dalgalar küçük ama yıpratıcı, ne yana dönsem denge bozulacak gibi. Kimse düşmüyor ama kimse gerçekten yürümüyor da.

Yürümek, artık ilerlemek değil çünkü. Sadece durmaksızın hareket etmek.

Nereye gittiğimizi bilmeden...

Neye dönüştüğümüzü konuşmadan...

Yorgun bir çağın içindeyiz.

Herkes bir şeyler yapıyor ama kimse bir şey inşa etmiyor.

Tüketiyoruz ama doymuyoruz.

İletişim içindeyiz ama bağ kurmuyoruz.

Hızlıyız ama yönsüz.

Küçükken “medeniyet” kelimesini duyduğumda aklıma kitaplar, köprüler, meydanlar gelirdi. Şimdi düşündüğümde sadece bir yorgunluk geliyor içime.

Belki de artık medeniyet, yapılardan çok boşlukla ilgili.

İnsanın içinde açılan o görünmeyen çukurla.

Kimsenin görmediği ama herkesin taşıdığı o eksiklik hissiyle.

Modern insanın sırtındaki yük görünmez artık: Başarılı olmak zorundasın, özgün olmak zorundasın, sürekli üretmek zorundasın. Ama bir yandan da kimseyi rahatsız etmemelisin, konforu bozmamalısın.

Kendin gibi ol, ama yalnızca sistemin izin verdiği kadarıyla.

Bu ikilem bir çürüme yaratıyor.

Ve bu çürüme dışarıdan değil, içeriden geliyor.

Çünkü bugünün medeniyeti, en çok da insanın kendisini kopyalaması üzerine kurulu.

Yapay zekâdan önce kendi zekâmızı otomatikleştirdik.

Hissedeceksek bile “doğru şekilde” hissetmeliyiz.

Üzülüyorsak bile algoritmalar bunu analiz edebilmeli.

Kızgınsak bile estetik olmalı.

Çünkü her şey bir “görüntü” meselesi artık.

Gerçek olan, gösterilebilen kadar var.

Ama ben burada bir boşluk arıyorum.

Bir aralık.

Bir çatlak.

İçinden rüzgâr geçen bir kelime.

Yapay olmayan bir duraksama.

Biriyle göz göze gelince sustuğum anın hakikati.

İşte orada hâlâ insanım.

Kafamın içinde buhranlar dönerken bile üretmeye zorlayan bir çağ bu.

Sistem öyle inşa edilmiş ki; kendini sorgulayan her birey sisteme zarar veriyor gibi hissediyor.

Ama asıl zarar susanlarda, kabul edenlerde, otomatiğe bağlananlarda.

Asıl bozulma, “Bu böyledir” diyebildiğimiz an başlıyor.

Bütün bu tarih, bu ekonomi, bu teknoloji anlatılarının ortasında kendi yerimi sorgularken, hissediyorum:

Ben ne yalnızca bir çağın mağduruyum, ne de kahramanı.

Ben bu çağın tanığıyım.

Kendini medeniyet sanan bir yorgunluğun içinden geçerken, hâlâ içimde bir çocuk sesi var:

“Sahi, bu muydu?”

“Sadece bu mu olacak?”

Cevap vermek istemiyorum artık.

Çünkü bazen en hakiki cümle, kurulmamış olan.

En insani duruş, bir anlığına bile olsa durabilmek.

Ve belki de bu yüzden yazıyorum.

Yıkılmakta olan bir kalede, duvarların arasına notlar sıkıştırır gibi.

Geleceğin gerçekten geleceğine inanmak için değil...

Bu çağda hâlâ insan kalabildiğimi kendime hatırlatmak için.